Klostrofobi Ve Etkileri : Ölüm Mü Daha Korkunç Göçük Altında Kalmak Mı?

Bu hafta sizlerle bambaşka bir konuda, başka bir yazıyla buluşmak istiyordum. Fakat o denli sarsıcı günler yaşıyoruz ki deprem ve sonrası yaşananlar dışında bir şeye odaklanamıyorum. 30 Ekim 2020’de yaşadığımız 6.9(en güvenilir mecra Kandilli Rasathanesi’ne göre)büyüklüğündeki İzmir depreminde özellikle İzmir’liler olarak hep birlikte ortak bir deneyim yaşadık: Ölüme yakın olma deneyimi. Fakat asıl bundan daha etkileyici bir başka duyguyla yüzleştik: Klostrofobi. Bir İzmir’li olarak bu yaşadığımız ortak deneyimi aktarmaya çalışacak, geçmişte, İstanbul ya da başka deprem bölgelerinde benzer durumu yaşayanların duygularına tercüman olmaya çalışacak ve bu deneyimin içimizdeki mikro evren açısından bizi nasıl etkilediğini incelemeye çalışacağım.

klostrofobi nedir?

İlginizi Çekebilir! Deprem: Türkiye Sürekli Unutulan Gerçeğe Ne Kadar Hazır?

Depremi deneyimleyen ve klostrofobiden müzdarip biri olarak, deprem esnasında özellikle şiddetlenip sadece binayı değil tüm bedenimizi sallamaya başladığında aklıma gelen tek şey göçük altında kalmak oldu. Bu deneyimi yaşamayanın, asfaltın dahi beşik gibi sallandığını görmeyenin anlaması imkansız bir olay yaşadık. Ölüm kolay olandı. Asıl korku, panik, endişe göçük altında kalmak… Yani korkunun kendisi durumdan daha korkutucu.

Deprem Anı ve Yaşadıklarım

Ben evin içinde annemle karşılıklı kahvelerimizi yudumlamak üzereyken depreme yakalandım. Oldukça doğa harikası bir kesimde yaşıyorum. Depremin merkez noktası olan Seferihisar açıkları ve Kuşadası açıklarının tam ortası bir mevkide, Ahmetbeyli denizine yakın bir sahil kasabası. Yani depremi en çok hisseden noktada,  güneşin ve çam ormanları manzarasının karşısında, tam da doğayı seyrederken deprem başladı.

Deprem ve deprem sebebiyle oluşabilecek göçük altında kalma tehlikesi klostrofobik olayların muhtemelen en büyüğü. Çünkü üzerinizde tonlarca ağırlıkta bir yükle tamamen karanlık ve sadece bedeninizin sığdığı bir alanda sıkışıp kalmak gerçekten hayal etmesi bile ürpertici fakat bunu özellikle detaylı yazıyorum ki göçük altında kalan, bazıları kurtarılan bazıları da vefat eden kişilerin yaşadıklarıyla empati kuralım ve bir şeyleri öğrenmek için illa onu deneyimlemek zorunda kalmayalım. Empati; doğru kurulduğunda deneyimle eşdeğerdir. Yani bu yazıları hissederek okuduğunuzda bir deneyim yaşarsınız.

Kendini Ölüme Hazırlamak

Depremin sarsıcı gücü o kadar kuvvetliydi ki, bu depremi yaşayan kime sorarsanız sorun şu cevabı alacaksınız: “Bina üzerimize yıkılacak zannettik ve kendimizi buna hazırladık.” Gerçekten de ortak bir deneyim yaşadık derken bunu kastediyordum. Herkes bunu hissetti. Ben de bu hisler içinde binanın üzerime düşmesini bekledim. Biz depreme alışık insanlarız. Öncekiler gibi bu depremin de geçeceğini düşündük ve bitmesini bekledik. Maalesef beklenen olmadı ve gittikçe büyüdü.İki katlı evimizin üst katındaydık. Depremin geçmeyeceğini anlayınca kendimi dışarı atmak istedim.Annemle aramızda bir masa vardı. ‘Dışarı çıkalım!’ diye bağırdım ama olayın şokuyla resmen dondu kaldı. O esnada masaya tutunarak kalktım ve annemi kolundan tutup sürüklemeye başladım. Daha sonrası silinik. Tek bildiğim telaşla kendimizi dışarı attığımızda dahi depremin devam ettiğiydi. Asfaltın ayağımın altından kaydığını hissettim.Yaşamayanlar için söz konusu duygunun, yani binanın yıkılacak olması ve göçük altında kalacak olmanız duygusunun ne kadar güçlü olduğunu buradan anlayabilirsiniz.

İlginizi Çekebilir! Kapalı Maraş ; Güzelliğinin Kurbanı Olmuş Bir Kent

Yaşam üçgeni denen şeyin bir şans olduğunu, aslında bizi hiçbir şeyden korumasının mümkün olmadığını bu depremde iyice anladım.

O an hissettiğim duygu depremin geçmesiyle ve binaya korktuğum gibi hiçbir şey olmamasıyla gitti fakat kalıntıları kaldı. Deprem esnasında balkondan atlamak vesaire davranışları saymazsak neyin doğru ya da yanlış olduğunu anlamamız imkansız.

 Çünkü kalıntılar altında canlarımız kaldı… Tüm Türkiye göçük altında kalanlarla tek yürek olduk. Bu sefer bir başka duyguyu ortak deneyimledik: Umut. Kurtarılan kişilerin saatlerce kaldıkları o dar, sıkışık, sıfır boşluklu, tozlu ve karanlık yerleri gördüğümde bu hisle tekrar yüzleştim: Klostrofobi. Kendimi onlar yerine koydum ve korktuğum şeyi kendi içimde yaşatmaya çalıştım. Çünkü korkuların tek tedavisi vardır: Üstüne gitmek. Ne de olsa trafik kazası, pandemi ve depremin kendi adıma tek ortak yanı vardı: Klostrofobi.

Klostrofobi Deneyimi

Gelin bunu birlikte deneyimleyelim. Zihninizde kendinizi kapalı bir hücreye koyun. İçinde sadece bir sandalyenin sığacağı büyüklükte bir oda. Odanın tek kapısı var ve kapının anahtarını size verip kapıyı kapatıyorlar. İçeride karanlıkta oturuyorsunuz. Muhtemelen çok da korkmazsınız. Çünkü anahtar sizde. Hatta arada denersiniz ve anahtarın çalıştığını görünce daha da uzun süre içeride kalabilirsiniz. Demek ki kontrol sizdeyken kapalı alanda kalmak çok da sorun değil.

Aynı durumda size anahtar verilmeden üzerinize kilitlenip gidilse fakat 1 saat sonra açılacağı söylense bu sefer stres başlar ama bir saat sonrası için içinizde bir umut vardır. O umuda sarılırsınız ve dayanabilirsiniz.

Fakat anahtar size verilmeden üzerinize kilit vurulsa ve ne zaman açılacağı da söylenmese o karanlık üzerinize üzerinize gelir ve sizi boğar.

Bu Yazımızı Okudunuz Mu! Sosyal Medya Nedir? Sosyal Medyanın Geldiği Son Nokta

Demek ki klostrofobide mesele mekan değil. Mekan dar olduğu için sıkılmıyoruz. Mesele kontrol ve bilgi meselesi. Elimizde ne kadar bilgi olduğu ve kontrolün bizde olup olmadığı ruh halimizi belirliyor. Göçük altında kalan biri için hiçbir bilgi ve kontrol yok. Dışarıda ne olduğu, bulunup bulunmayacağı, ne kadar ömrü olduğu gibi şeyleri bilmeden bekliyor. Doğal olarak tonlarca betonun altında fiziksel bir kontrolü de söz konusu değil. Yukarıda umuttan söz etmiştik. Eğer bazı veriler olsaydı elinde umudu da olurdu. Bilgi de yokken nasıl umut edebilirsiniz?

Klostrofobi Karşısında Tek Umut Yaşama Azmi

Yaşama güdüsüyle. Yaşama olan tutkunuz, bağlılığınız aslında verilerin en büyüğüdür. O tutku insana hiçbir başka verinin veremeyeceği bir umudu verir. O halde klostrofobi yaratanın mekan olmaması gibi o klostrofobik sıkıntı ve panik halinden bizi kurtaran da somut bir şey değil. Yaşama azmi gibi soyut şeyler…

Mekanı, veriyi, kapıların anahtarlarını bir kenara attığımızda aslında zor durumlarda bizi paniğe iten şeylerin etrafımızdaki somut şeylerin değil soyut şeyler olduğunu anlıyoruz. Hatta biraz daha derine indiğimizde korktuğumuz şeyin aslında kendi içimizdeki bir şey olduğunu görüyoruz.

Yani asıl korku duyulan şey deprem ya da enkaz altında kalmak değil. Bizi çaresiz bırakan yegane şey kendi bedenimiz.

Peki çözüm nedir? Bu konuda düşündüğümde ulaştığım tek çözüm “teslimiyet” oldu. Ve bu ilhamı aslında göçük altında kalanları kurtaran arama kurtarma ve sağlık ekiplerinden aldım. Göçük altında kalan “İnci” adındaki 16 yaşındaki kızı kurtaran UMKE personeli “Edanur Doğan” büyük bir soğukkanlılıkla göçük altına inip o an haklı olarak çok korkmuş olan ve “Elimi tutar mısın?” diyen İnci’ye elini uzatmış ve onu o haldeyken hem tedavi etmiş hem de moral vererek korkusunu gidermişti. Bu an bence iki taraf için de insan üstü bir an. Minik İnci yaşama tutkusuyla aslında içinde bulunduğu duruma “teslim” olmuştu. Bu sayede 17 saat boyunca korksa da aklını ve bedenini koruyarak dayanabilmişti.

Sağlık görevlisi de içinde bulunduğu duruma teslim oldu ve endişeye kapılmadan hemen İnci’ye müdahale ederek bir ilki gerçekleştirdi; göçük altındaki birine yerinde tıbbi müdahalede bulundu. Eğer korku ve endişeye düşseydi hem fiziksel hem de psikolojik olarak o an İnci’ye doğru müdahaleleri yapamayabilirdi.

Klostrofobi ve Tüm Anlattıklarımdan Özetle

Yazımı uzatıp yaşadıklarımı tekrar tekrar deneyimleyecek psikolojiye henüz ulaşmadığımı gözlemliyorum. Bu sebeple bir özetle kapanışı yapmak istiyorum.

  • İnsana sıkıntı veren şeyler somut şeyler değildir. Bizzat kendimizdir, içimizdeki duygulardır.
  • Klostrofobi mekandan bağımsızdır. İnsan kendi kendine bile kendi bedeninde klostrofobi yaşayabilir. Ki yaşadığımız çoğu ruhsal bunalım da kendi bedenimizde sıkışıp kalmaktan kaynaklıdır.
  • Ruhsal sıkıntı ve klostrofobilerimizden kurtulmanın yolu teslimiyettir. Teslimiyet arapça “slm” kökünden gelir. Slm de esenlik, sağlıklı, güven, barış, huzur gibi anlamlara gelir. Teslimiyet ise kelime anlamı olarak; sunma, tüm haklarını birine devretme, boyun eğme anlamlarına gelir. “Te” eki etimolojiyle ilgili diğer yazılarımdan da artık öğrendiğiniz üzere kökü fiil haline getiriyor. Örneğin şükür: Minnet, övgü; teşekkür: Minnet duymak, övmek. Bu durumda teslim: esenlikte olmak, güven, barış, huzur içinde olmak anlamına geliyor. Demek ki biz teslimiyeti kendi içimizde güvenli, huzurlu, kendimiz ve çevremizle barış içinde olarak sağlayabiliriz.
  • Teslimiyet sanıldığı gibi sadece “bırakmak” demek değildir. Göçük altında kalan İnci ile kurtarıcısı Edanur arasındaki ilişki gibi karşılıklıdır. Her iki taraf da teslimdedir ama teslimiyet bir tarafa olduğu yerde sağlık, esenlik ve huzur içinde “kalma” gücü verirken diğer tarafa sağlık, esenlik ve huzur içinde “harekete geçme” gücü verir. Yani teslimiyet yalnızca pasif, edilgen bir olgu değildir.

 Umuyorum evrenden, dünyadan, bedenlerimizden, içinde mahsur kaldığımızı sandığımız ters dönmüş dünyaların içinden, içimizde mahsur kalan virüslerden, içinde mahsur kaldığımız evlerden ve nihayetinde zihin hücrelerimizden, kafeslerimizden, göçüklerimizden kurtuluruz.

Özgürleşiriz.

 30 Ekim İzmir depreminde hayatını kaybeden ve ebediyete ulaşan tüm canlara Allah’tan rahmet, yakınlarına baş sağlığı ve sabır diliyorum.

Nerede bir can ölse, oralı olur yüreğim. Olmalı zaten. Olmazsa insan olmaz yüreğim.

Ahmed Arif

İzmir’deki Depremzedelere Afad resmi sitesinden bağışta bulanabilirsiniz.

https://www.afad.gov.tr/

Deprem sırasında hayat kurtaran Android ve İOS uygulamaları hakkında bilgi edimnmek için Buraya Tıklayınız.

Eğer Klostrofobi Hakkında Bilgi Verdiğimiz Yazımızı Beğendiyseniz, Sosyal Medya Hesaplarınızdan Yazımızı Paylaşarak, Bize Destek Olabilirsiniz

You May Also Like

More From Author

1 Comment

Add yours

+ Leave a Comment